10 Mayıs 2008

3 Mayıs 2008

ŞEYH ŞAMİL



İmam Şamil, (1797 - Mart 1871), Kuzey Kafkasya halklarının, Avar kökenli politik ve dini önderi. Kafkas Savaşı'nda Anti-Rus direnişin lideri ve Dağıstan'la Çeçenya'nın 3. imamı (1834-1859). Şeyh Şamil olarak da anılır.

ABHAZYA


Abhazya (Abhazca: Аҧсны/Apsnı; Gürcüce: აფხაზეთი / Aphazeti ), Gürcistan'ın kuzeybatı kesiminde, Karadeniz'in doğusunda ve Rusya'nın güneyinde fiilen ayrı, hukuken Gürcistan'a bağlı özerk cumhuriyet. 1990'ların başındaki savaşın aradından 1994 yılında bağımsızlığını ilan etmiş, ama bağımsızlığı bugüne değin herhangi bir ülke tarafından tanınmamıştır. Ancak fiilen Rusya'nın desteğini arkasına almıştır. 8.600 km²’lik bir alanı kapsar. Yönetim merkezi Sohum’dur.

İNGUŞETYA


İnguşya Cumhuriyeti, İnguşetya olarak da bilinir (İnguşça: ГIалгIай Мохк; Rusça: Респу́блика Ингуше́тия / Respublika İnguşetya ), Kuzay Kafkasya’da, Rusya Federasyonu'na bağlı federe cumhuriyet. Başkenti Magas'tır. Rusya Federasyonu’nun en küçük federal birimidir. İnguşya’nın yerli halkı İnguşlardır ve Vaynah halklarından biridir

DAĞISTAN


Dağıstan (Avarca: Дагъистанлъул ДжумхIурият, Dağıstan Cumhuriyeti), Rusya Federasyonu'na bağlı bir cumhuriyettir. 20 Ocak 1921'de Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ne bağlı olarak Dağıstan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adıyla kuruldu. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, Rusya Federasyonu içinde Dağıstan Cumhuriyeti adını aldı.

KABARDEY BALKAR CUMHURİYETİ


Kabardey-Balkarya veya Kabardey-Balkar Cumhuriyeti (Rusça: Кабарди́но-Балка́рская Респу́блика; Kabardeyce: Къэбэрдей-Балъкъэр Республикэ; Balkarca: Къабарты-Малкъар Республика), Kuzey Kafkasya’da, Rusya Federasyonu’nu oluşturan federe cumhuriyetlerden biridir.

KARAÇAY-ÇERKES CUMHURİYETİ


Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti; Kuzey Kafkasya'da bulunan, Rusya Federasyonu üyesi bir cumhuriyettir. Yüzölçümü 14.100 km²'dir. Başkenti Çerkessk olup, ikinci büyük kenti de Karaçayevsk'dir.

7 Nisan 2008

PŞİNE ve ÖLÜM

Bir Çerkes kızı günlerce uzak Türk köylerden birine gelin gider. Asimilasyon uygulamalarının ilk yılları. Köyden gelin çıkarken Çerkes geleneklerine göre uğurlanır. Annesi bir pşineyi sarıp sarmalayıp konvoyun sonundaki eşya yüklü at arabasına koyar. Kızına da derki, “köyümüzden ilk kez bir yabancıya gelin giden sensin. Eşya arabasına pşine koydum. Eğer sıkıntıya düşersen onu al ve hiç kimsenin olmadığı yere git ve pşineyle bana wored söyle. Emin ol ben seni duyacağım”. Yıllar geçer. Genç kız artık anne olmuş, çoluk çocuğa karışmıştır ama bir türlü Türk adetlerine ayak uyduramaz ve zaman buldukça gidip annesinin duyması umuduyla pşine çalar, wored söyler. Annesi, kızının pşine çalışını duymak için yıllarca bekler. Bir gün genç kadın amansız hastalığa yakalanır ve ölüm döşeğinde pşinesini ister. Uzun zaman vermezler. 14 yaşlarındaki oğlu dayanamaz ve getirir annesine pşineyi. Zorlukla doğrulan kadın pşıneyi alır ve wored söyler: Annemi göremeden gidiyorum ben Babamı göremeden gidiyorum ben Köyümü göremeden gidiyorum ben Bu arada günlerce uzaktaki annesi evde maksıma yaparken pşine ile wored söyleyen bir ses duyar. Kulak kesilir. Evet bu kızının sesidir. Hemen koşar eşinin yanına. Ata binerler yola düşerler. Anne günlerce yol almalarına karşın hala kızının sesini duymaktadır. Köye yaklaştıklarında bir anda kızının sesi de pşinenin sesi de kesilir. Evden çığlıklar yükselir. Bu olayda yaşamını yitiren genç hanım sevgili büyükannemin çok yakın bir arkadaşıymış. Yıllarca bu melodi ve wored kulaktan kulağa günümüze geldi. Şimdilerde aramızdaki “Çerkes” maskeli asimilasyon makinelerine baktığımda nedense yüzünü hiç görmediğim, pşine çalarak ölüme giden genç kadın aklıma geliyor. Çocukken sabahın erken saatlerinde pşine sesiyle uyanmak bilmem kaç Çerkes'e nasip olmuştur. Annem çok güzel pşine çalardı. Bu enstrümanın akordeondan en önemli iki farkı vardır. İlki, iki enstrüman arasındaki ses rengi farklılığı. Nedense akordeon, pşinenin verdiği etkiyi hiçbir zaman verememiştir. İkinci önemli farklılık, pşineyi öğrenmek daha zordur. Çünkü klavyedeki bir tuşa bastığınızda iki ayrı nota çıkar. Bir bakıma ağız armonikası gibi. O nedenle pşine çalmada en zorlandığınız etap; körüğün kullanılmasını öğrenme aşamasıdır. Çünkü klavye tuşu körüğü çektiğinizde bir nota, körüğü kapattığınızda ikinci bir nota sesi çıkarır. Bu da müziğimizin ana temasını en iyi uygulanabildiği anlamına gelir. Hep dikkatimi çekerdi, annem çalarken düğme büyüklüğündeki klavyelere bastığı gibi; sol tarafta daha az olan ama daha kalın ses çıkaran tuşları da kullanırdı. O tuşlara daha az basılırdı. Neden diye sorduğumda annem onlar pşinenin thamadeleridir derdi. Yıllar sonra öğrendim ki, müzikte bas sesler melodinin temelini oluşturuyor. Akordeon ya da pşine çalanlar bilecektir, bas sesleri kullanmadığınız zaman melodi gerçekten çok zayıf kalıyor. Burada önemli olan hem klavyenin hem basların hünerli kullanılmasıdır. Birinden birinin zayıflığı müziğin zayıf olmasına neden olur. Günümüzde gençlerimizin ve thamadelerimizin ilişkileri ne yazık ki, pşinede çalan kötü melodiler gibi oluyor. Klavyeler bas seslere uyum göstermek yerine kendi bildiklerini okumayı yeğliyorlar. Pekiyi, bas sesler son zamanlarda ne durumda? O da işin bir başka acı yanı. Genç yaşlarda akordeon ya da pşine öğrenenleri samanlıklara gönderirlerdi. Çünkü yeni öğrenen birinin elinde bu enstrümanlar bir canavara dönüşmektedir. Bizim geleneklerimizin ayrılmaz bir parçası olan bu enstrümanlar aslında Çerkeslerin tam bir aynasıdır. Hüzün dolu bir melodi ya da wared de bile ezgiyi keskin vuruşlar belirler. Bas sesler az ama etkin rol üstlenirler. Melodiyi çalan klavyeler gençlerimizi anlatır. Baslar ise thamadelerimizi. Çerkes olmak zor. Çerkes olarak yaşamak çok daha zor.


Kuban Paul Seauhmann

DAĞLAR ve KAFKAS KAMASI.

Uzak diyarlardan gelen yabancı sordu. “ Ey Kafkasyalı sen heybetli bir adamsın, lakin taşıdığın o kısa ve çelimsiz kılıç sana yakışmıyor. Hangi akla uydunda yaptın bu kılıcı”

Bana bu kılıcı yapmamı şu gördüğün yüce dağlar öğretti. Sen bu toprakların sahibi ve koruyucususun. İzin ver bizde seni koruyalım dediler. Ardından bana kendi içlerinden yaşlı olan ağaçları odun olarak verdiler. Odunları topladım ve güneş kadar sıcak bir ateş yaktım. Sonra dağlar demire seslendiler “ Ey sert ve biçimsiz demir, git ve kendini kardeşimizin maharetli ellerine bırak, ama sakın ona isyan etme lakin o seni biçimsiz halinden kurtarıp bir milletin ve bizim simgemiz yapacak” Demir dağların sözünü dinledi hiç sesini çıkarmadan kendini benim ellerime bıraktı. Bende onu yaktığım ateşe attım. Ardından ateş dile geldi. “Ey Kafkasyalı bu demir benim sözümü dinlemiyor, bana itaat etmiyor, dağlara söyle nehirlerindeki suyu sana göndersinler, bunun ilacı sudur” dedi. Şaşırdım ve sordum ateşe…Ey Kudretli ve kızgınlığıyla kimseyi yanına yaklaştırmayan ateş. Senin en büyük düşmanın su değilmidir? Neden düşmanından yardım istersin? Bak evlat dedi. “ Bu dünyada sizin erkekleriniz bana, kadınlarınızda suya benzer. Kadınlarınız o su kadar sakin, berrak ve temiz değilmi? Lakin onlardan olan erkekleriniz, neden benim gibi kudretli ve yenilmezdirler hiç düşünmez misin ? İşte bizde suyla senin annenle baban gibiyiz.” Dağlar ateşle konuştuklarımız işittiler, yamaçlarından bana suyu gönderdiler. Ve şöyle dediler “Ey Kafkasyalı o demir sana kızmıştır onu sana gönderdiğimiz suyla sakinleştir. Ama sakın ona haddinden fazla boy ve en verme yoksa sana itaat etmez. Eyer bu söylediklerimize uyar ve sadık kalırsan bizim olduğumuz hiçbir yerde yenilmezsin.” Dağların ve ateşin sözüne uydum ve demiri suya bıraktım, Demir dile geldi “Ey Kafkasyalı benim adım artık çeliktir. Sen beni o biçimsiz ve karanlık halimden kurtarıp, şu gökyüzünde asılı duran güneş kadar parlak, bakışların kadar keskin kıldın. Artık biz seninle kardeşiz sana ve bu dağlara sonsuza kadar sadık kalacağım, senin düşmanın benimde düşmanımdır.”

Daha sonra dağlara ateşe ve suya selam vererek yola çıktım. Aradan yıllar geçti ve bir sabah dağların sesini işittim “ Ey Kafkasyalı neredesin? Düşman yamaçlarımı çiğniyor bize verdiğin sözü tutmayacak mısın’ Hemen atıma atladım. Dağların yardımına koştum ve düşmanlarımla karşılaştım. Onlar bana uzun ve heybetli kılıçlarını göstererek “ O küçücük bıçakla mı bize meydan okuyorsun” Dediler. Benimle dalga geçtiler. Hiç düşünmeden atımı üzerlerine sürdüm onlarda heybetli kılıçlarını çektiler, ama her savuruşlarında ya bir ağaca, yada bir dala çarpıyordu. Tek bir yara almadan hepsini hakladım, İşte o gün anladım dağların bana ne demek istediğini. Benden sonra gelecek olan neslim bu çeliğe türlü isimler takacak, türlü savaşlara katılacaklar ama şuna eminim ki bellerinde bu çelik, ve arkalarında bu dağlar olduğu müddetçe hiçbir zaman yenilmeyecekler.

UZUNYAYLA
Türkiye'de, İç Anadolu Bölgesi'nin Yukarı Kızılırmak Bölümü'nde bulunan yüksek düzlük alan. Genel olarak Seyhan Irmağı'nın kolu Zamantı Irmağı çevresindeki düzlüklerden oluşur. Arazi, genel olarak 1.500 m'den yüksek, düzlüklere gömülmüş vadi tabanlarında da 1.500 m'nin altında olan düzlükler biçimindedir. Güneydoğuki Tahtalı Dağları Uzunyayla'yı Doğu Anadolu'daki öteki dağlardan ayırır.
Kışları çok sert geçer. Ekim ayından haziran başına değin don olayı yaşanır. Bozkır (ot) bitkileriyle kaplı olan Uzunyayla'da küçükbaş hayvan ve at yetiştirilir. Yerleşmeler vadi tabanlarındaki köylerde toplanmıştır.
Birçok göçer aşireti yaz aylarını buralarda geçirirdi. 16. ve 17. yy.dan itibaren devletin göçerleri iskana zorlamasının ardından dağıldılar. Kışlağı Çukurova olan göçebe Avşarlar'ın yaylağı da burasıydı. 1858 Osmanlı Tapulandırma Kanunu sonucu Avşarlar'da burayı terketti. Uzunyayla yöresi de,1860 yılı ve sonrasında Kafkas'lardan Ruslar tarafından göçürülen Kafkas kökenli ailelerin yerleştirildiği alan oldu. Otokton olmayan Adıge ve diğer Kuzey Kafkasya göçmeni toplulukların yerleşimine tahsis edildi. Bunda Osmanlı sarayının vazgeçilmez cariyelerinin önemli rolü olmuştur. Nitekim II.Abdülhamit'in annesi de bu cariyelerden birisidir. Avşarların yaylağa çıkmaması için köyler Uzunyayla'nın çevresine yerleştirilmiştir.Yörede yetiştirilen Kabartay (Çerkes) atları, uzun süre Osmanlı ve Türk Ordusu süvari birliklerince kullanılmıştır. Kafkas kökenli topluluklarda toplumsal tabakalanma vardır. Kızlar özdenleri ile evlenebilir. Yörede en fazla Kabartay, daha sonra Hatukay kökenliler yaşar. Abaza,Abadzeh, Karaçay, Çeçen, Oset ve Dağıstanlı gibi diğer toplulukların köyleri de vardır. Türkçe dışında, yaygın olarak Kabartayca ve Hatukayca konuşulur. Yörenin güney kenarında bulunan Pınarbaşı başlıca geleneksel merkezdir. Gemerek,Kangal ve Şarkışla öteki önemli merkezlerdir.

ADİGE DÜĞÜNLERİNE NE SIKLIKLA KATILIRSINIZ?

SİADİGE

SİADİGE
SİADİGE